NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
يَحْيَى بْنُ
عُثْمَانَ
بْنِ سَعِيدٍ
الْحِمْصِيُّ
حَدَّثَنَا
أَبُو
الْمُغِيرَةِ
حَدَّثَنِي
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
سَالِمٍ
حَدَّثَنِي
الْعَلَاءُ
بْنُ
عُتْبَةَ
عَنْ عُمَيْرِ
بْنِ هَانِئٍ
الْعَنْسِيِّ
قَالَ سَمِعْتُ
عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
عُمَرَ
يَقُولُ كُنَّا
قُعُودًا
عِنْدَ
رَسُولِ
اللَّهِ فَذَكَرَ
الْفِتَنَ فَأَكْثَرَ
فِي
ذِكْرِهَا
حَتَّى
ذَكَرَ فِتْنَةَ
الْأَحْلَاسِ
فَقَالَ
قَائِلٌ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
وَمَا
فِتْنَةُ
الْأَحْلَاسِ
قَالَ هِيَ
هَرَبٌ
وَحَرْبٌ
ثُمَّ فِتْنَةُ
السَّرَّاءِ
دَخَنُهَا
مِنْ تَحْتِ
قَدَمَيْ
رَجُلٍ مِنْ
أَهْلِ
بَيْتِي يَزْعُمُ
أَنَّهُ مِنِّي
وَلَيْسَ
مِنِّي
وَإِنَّمَا
أَوْلِيَائِي
الْمُتَّقُونَ
ثُمَّ
يَصْطَلِحُ
النَّاسُ
عَلَى رَجُلٍ
كَوَرِكٍ
عَلَى ضِلَعٍ
ثُمَّ
فِتْنَةُ
الدُّهَيْمَاءِ
لَا تَدَعُ
أَحَدًا مِنْ
هَذِهِ
الْأُمَّةِ
إِلَّا لَطَمَتْهُ
لَطْمَةً
فَإِذَا
قِيلَ انْقَضَتْ
تَمَادَتْ
يُصْبِحُ
الرَّجُلُ
فِيهَا
مُؤْمِنًا
وَيُمْسِي
كَافِرًا
حَتَّى
يَصِيرَ
النَّاسُ إِلَى
فُسْطَاطَيْنِ
فُسْطَاطِ
إِيمَانٍ لَا نِفَاقَ
فِيهِ
وَفُسْطَاطِ
نِفَاقٍ لَا
إِيمَانَ
فِيهِ
فَإِذَا
كَانَ
ذَاكُمْ
فَانْتَظِرُوا
الدَّجَّالَ
مِنْ
يَوْمِهِ
أَوْ مِنْ
غَدِهِ
Abdullah b. Ömer (r.a);
şöyle demiştir;
Biz Rasûlullah'ın
(s.a.v.)'in yanında oturuyorduk. Efendimiz, uzun uzadıya fitneleri (meydana
gelecek büyük hadisleri) anlattı Ehlâs fitnesini zikretti. Birisi:
Ehlâs fitnesi nedir, Yâ
Rasûlullah ? dedi. Efendimiz:
O, insanların
birbirinden kaçması ve haksız yere malların alınmasıdır. Sonra Serrâ (nimet)
fitnesi vardır. Bu fitne, benim ailemden, benden olduğunu zanneden ama aslında
benden olmayan bir adam'ın ayakları altından, yayılacaktır. Benim dostlarım
ancak muttaki olanlardır. Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi (devam
etmeyecek olan), bir adamla anlaşacaklar; daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu
ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak. Bitti, denildiğinde, devam edecek. O
fitnede (esnasında) kişi, mu'min olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak
çıkacak. İnsanlar iki çadırda (gurupta) olacaklar. Bunlar, içinde asla nifak'ın
olmadığı iman çadırı ve imanın olmadığı nifak çadırıdır. Siz o güne
ulaştığınızda o gün veya yarın Deccâli bekleyiniz.
İzah:
Ahmed b. Hanbel, II.
433.
Hadis-i şeriften
anladığımıza göre Hz. Nebi (s.a.v.) ashabına, ahir zamanda meydana gelecek
birçok önemli hadiseleri yani fitneleri anlatmıştır. Râvî, Efendimiz’in
anlattığı bu fitnelerden bazılarını ismen aktarmıştır. Şimdi biz bunlar
hakkında şarihlerin söylediklerine bir göz atalım.
Ehlâs Fitnesi:
Ehlas "Hıls”
kelimesinin çoğuludur. Hıls, yere veya Hayvanın sırtına serilen çuldur. Anılan
fitnenin bu isime izafe ediliş sebebi iki şekilde açıklanmıştır. Bunlar:
a) Bu çul, kaldırılmadıkça
serildiği yerde kalır. Yani orada devamlıdır. Rasûlullah (s.a.v.) fitnenin
devamlılığına işaret etmek için fitneyi bu kelime ile ifade etmiştir.
b) Bu çul siyah
renktedir. Fitnelerin karışıklığı ve karanlığından dolayı Hz. Nebi bu tabiri
kullanmıştır.
Rasûlullah'ı dinleyen
sâhâbîlerden birisi kendisine, ehlâs fitnesinin ne olduğunu sormuş, Efendimiz
de onun, "... " herab ve harab
olduğunu söylemiştir. Avnü'l Ma'bûd'da bu kelimeler şöyle izah edilmiştir.
Herab: Kişilerin
aralarındaki düşmanlık ve savaştan dolayı birbirlerinden kaçmalarıdır.
Harab: Bir insanın
malını elinden almak ve onu eh boş bırakmaktır.
Hattabî, harab'ı mal ve
ailenin yok olması diye açıklamıştır. Terceme - Avnü'l Ma'bud'daki izah gözönüne
alınarak yapılmıştır.
Bezlü'l-Mechûd sahibi,
bu fitnenin Hz. Osman'ın vefatıyla ortaya çıkıp, Muâviye'nin hilâfetine kadar
devam eden karışıklık olduğunu zannettiğini söyler.
Serra (Nimet) Fitnesi:
Aliyyu'l-Kâri bu
fitneyi şöyle izah etmektedir:
Serra dan maksat;
sıhhat, rahatlık, bolluk, hastalık ve belâlardan uzak kalma gibi insanı
sevindiren nimetlerdir. Kişi elindeki bol nimetler sebebiyle ahireti unutup
Allah'a isyana dalacağı için fitne bu kelimeye izafe edilmiştir.
Aliyyü'l Kârî'nin bu İzah'ı
aynen Avnii'l Ma'bud'da ve Bezlü'l Mechûd'da nakledilmiştir.
Hz. Nebi (s.a.v.) bu
fitnenin, kendi sülâlesinden ama kendi yolunda olmayan bir adamın ayağının
altından yayılacağını söylemiştir. Bu mânâyı da "Benim ailemden, benden
(benim yolumdan) olduğunu zanneden ama aslında benden (benim yolumdan)
olmayan...." diye ifade buyurmuş daha sonra da kendi dostlarının
muttâkiler olduğunu söylemiştir.
Fitne'nin kendi
ailesinden bir adamın ayağının altında çıkmasından maksat o şahsın bu fitneyi
yayacağı, böyle bir fitnenin yayılması için onun gayret göstereceğidir. Hadiste
bu mânâ (Dehan) kelimesi ile ifâdelendirilmiştir. Bu kelime,
duman mânâsındaki dühan kelimesi ile aynı köktendir. Duman ateşin yandığı
yerden çıkıp koyu bir renkle yayıldığı için, fitne bu kelime ile
ifâdelendirilmiştir.
Hz. Nebi (s.a.v.)
fitnenin zuhuruna sebep olacak şahsın, neseben kendi soyundan olmasına rağmen,
gerçekte kendisinden olmadığını ifade etmiştir. Bunun bir benzeri şu âyet-i
kerimedir.
"Ey Nuh! o senin
ailen sayılmaz, çünkü o kötü bir iş yaptı dedi."[Hud 46]
Sonra insanlar kaburga
üzerindeki bir oturak gibi,
Bu tâbir bir darb'ı
meseldir. Maksat adamın saltanımn sürekli ve düzgün olmayacağının ifadesidir.
Oturak ağır, kaburga kemiği dayanıksız olduğu için, oturağın kemik üzerinde
uzun süre kalması o kemiğin ağırlığa tahammül etmesi mümkün değildir. İşte
insanın, idaresi uzun sürmeyecek ve düzenli olmayacak birisini başlarına
getirmelerini Efendimiz bu sözleriyle ifade buyurmuştur.
Bezlü'l Mechûd müellifi
Seharenfûrî, Rasûlullah'ın (s.a.v.)'in haber verdiği bu halin hicri 1334 (m.
1915) yılında Hicazda meydana geldiğini söyler. Seharenfûrî'niıı bahsettiği bu
hadise'nin özeti şudur.
Osmanlı idaresi
altındaki Mekke emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerle gizlice anlaşıp,
Osmanlılar'a başkaldırır. Mekke'deki Türk askerlerini öldürüp, ailelerini esir
eder. Sonra kendisini Hicaz meliki olarak ilân eder. Ancak saltanatı düzensiz
ve kısa ömürlü olur.
Şüphesiz bu bir şahsın
görüşüdür. Hadiste anlatılan mânâyı belirli bir hadiseye nisbet etmek uygun
değildir. Söylediklerinin doğru olması da yanlış olması da muhtemeldir.
Karanlık Fitne
Hz. Nebi (s.a.v.) daha
sonra insanların karanlık fitnelere düşeceğini, bu fitnenin dokunmadık kimse
bırakmayacağını söylemiştir. Fitnenin insanlara dokunmasını da, Türkçe
karşılığı tokat vurmak olan bir kelime ile ifadelendirmiştir. Efendimiz'in
haberine göre, bu fitneyi insanlar, onun bittiğini zannettikleri bir zamanda,
tekrar göreceklerdir. O dönemde bazı insanlar, sabahları müslüman oldukları
halde, akşam kafir olacaktır. Sarihlerin bildirdiğine göre buna sebep,
kişilerin sabahları diğer müsümanlann kanlarını mallarını ve ırzlarını haram
kabul ettikleri halde, akşam olunca onları helâl saymalarıdır.
Yine Rasûlullah'ın
haberine göre, insanlar iki kampa ayrılacaklardır. Efendimiz, bu kampları çadır
mânâsına gelen "Fûstât" kelimesi ile ifâde etmiştir. Bazı alimler,
fustat kelimesinin, burada, şehir mânâsında olduğunu söylerler. Biz tercemeyi
kelimenin hakiki mânâsına göre yaptık ve maksada izah bölümünde işaret etmeyi
uygun bulduk.
Bu kelimeyi ister
çadır, ister şehir mânâsına alalım, maksat bu mahallerin kendisi değil,
içindekilerdir. Yani, Mahal zikredilmemiş içinde olanlar kasdedilmiştir. Buna
göre, insanların bir kısmı gerçek mânâ'da mü'min olacak, içlerinde en ufak bir
nifak bulunmayacak bazıları da tam manâsıyla münafık olacak, içlerinde hiç bir
iman kırıntısı olmayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Hz.
Nebi'in imansızları kâfir diye değil, münafık diye ifâde etmesidir. Bundan
anlıyoruz ki, anılan fitne geldiğinde kimi insanlar gerçekte mümin olmadıkları
halde kendilerini mümin olarak göstereceklerdir. İşte bu halin zuhuru,
Deccal'in başka bir ifadeyle kıyametin habercisidir. Çünkü, Deccâl kıyametin büyük
âlâmetlerindendir.